AKŞENER: “Selam olsun; Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan’a, İstanbul’u fetheden Fatih’e, İstanbul’a ve Ayasofya’ya istiklalini yeniden kazandıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e…”

Foto Galeri

AKŞENER: “Selam olsun; Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan’a, İstanbul’u fetheden Fatih’e, İstanbul’a ve Ayasofya’ya istiklalini yeniden kazandıran  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e…”

“Selam olsun; Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan’a, İstanbul’u fetheden Fatih’e, İstanbul’a ve Ayasofya’ya istiklalini yeniden kazandıran  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e…”

“Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;

2 hafta aradan sonra Gazi Meclisimizde yeniden bir aradayız,

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

 Haftaya acı bir haberle başladık.

Mersin’de meydana gelen trafik kazasında, 5 evladımızı şehit verdik.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı askerlerimize acil şifalar, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Allah milletimize böyle acılar yaşatmasın.

Ruhları şad olsun.

Dün başlatılan, Yıldırım-3 Ağrı Dağı Operasyonu’nda görev alan askerlerimize de başarılar diliyorum.

Allah yar ve yardımcıları olsun, ayakları taşa değmesin.

Değerli milletvekilleri;

Biliyorsunuz, 14 gün boyunca Ankara’da karantinadaydım.

Herhangi bir sorunla karşılaşmadan süreci tamamladık.

Kovid-19’a yakalanan koruma polisim de sağlığına kavuştu.

Allah’a şükürler olsun.

Allah, milletimizi bu salgın belasından korusun, kollasın.

Allah, milletimizin her ferdine, sağlık ve sıhhat versin.

Bilim insanlarının karar ve tavsiyelerine uymak, her bir vatandaşımız gibi, bizler için de zorunluluk.

Vatandaşımızdan beklediğimiz hassasiyeti, aynı sorumluluk bilinciyle göstermek, bizler için de bir zorunluluk.

Bu bilinçle, tek bir vatandaşımızın bile sağlığını riske atmamak için, azami dikkati gösterdim, karantina şartları gereği ben de evde kaldım.

Ve o nedenle maalesef bazı programlara katılamadım.

Bunlardan biri de Ayasofya Camii’nin tamamen ibadete açılmasıyla ilgili programdı.

Orada olmayı, Ayasofya’da ibadet etmeyi, dualar etmeyi ben de istedim.

Ancak maalesef olmadı.

İnşallah ilk fırsatta ziyaret edeceğim.

Aziz milletim;

Sayın Erdoğan ve arkadaşları, uyarılarımıza rağmen dayanamadılar, ve hepimizin ortak değeri olan Ayasofya’dan, siyasi rant devşirme telaşına düştüler.

Hal böyleyken; Gelin, dün Ayasofya’nın açılmasına itiraz edenlerin, bugün nasıl da “Ayasofya Fatihi” pozlarına girdiklerine birlikte bakalım:

“Sürekli Vakıflar, Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği”,

2004 yılında Başbakanlığa dilekçe verip, Ayasofya’nın müze olması kararının iptalini istiyor.

Başbakanlıktan dilekçelerine cevap alamayınca, 2005 yılı başında mahkemeye başvuruyorlar.

Bursa 2. İdare Mahkemesi kanalıyla, Danıştay Başkanlığı’na gönderilen evrakta Başbakanlık, derneğin müracaatına yasal süresi içinde cevap vermediği için suçlanıyor.

Ve dava başlıyor…

O günün Başbakanlığı, bugünün Cumhurbaşkanlığı ne istiyor biliyor musunuz?

Bu davanın reddini istiyor.

Yani “Ayasofya müze olarak kalmalı.” diyor.

“Eğer ibadete açılacaksa, bu yargının değil, bizim, yani yürütmenin inisiyatifindedir.” diyor.

Peki gereğini yapıyor mu?

Hayır.

Davanın reddini isteyip oturuyor.

Hatta Sayın Erdoğan bizzat çıkıp, “Önce Sultanahmet’i doldurun.” diyor.

Sonra, Danıştay ibadete açılma kararını verince, aynı iktidar meydana çıkıp, “Ben yaptım” pozlarıyla caka satıyor.

Başvuran bir dernek.

Dilekçeyi sümen altı edip cevaplamayan, dönemin başbakanı Sayın Erdoğan.

Kararı veren mahkeme ve Danıştay.

Ama propagandist medyaya bakarsan bu işin kahramanı iktidar.

Hem de, bizzat o davanın reddini isteyen iktidar.

Yine bir riyakarlık, yine vatandaşı değil, kendi ikbalini düşünme hastalığı…

İlk günden itibaren hep dedik ki, “Ayasofya’yı ibadete açın, ama siyasete kapatın.”

Ama iktidar, Allah’ın evine siyaset sokma hastalığından bir türlü kurtulamadı.

Ortak değerlerimizi suiistimal etmekten geri kalmadı.

Karar sürecinde gösterdikleri riyakarlığı, açılış programındaki sözleriyle bambaşka bir boyuta taşıdılar.

Güzel Ayasofya’nın, o güzel gününde, hepimiz şu cümleleri bekledik;

“Selam olsun Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan’a,

Selam olsun İstanbul’u fetheden Fatih’e,

Selam olsun, İstanbul’a ve Ayasofya’ya istiklalini yeniden kazandıran,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e…”

Söylenmesi gereken buydu.

Ecdadımıza ve tarihimize saygının gereği buydu.

Devlet insanlığına, cumhurun başkanlığına yakışan buydu.

Ama bu bile efendilere zor geldi.

Bırakın saygıyla selamlamayı, saygısızlık etmekte hiçbir beis görmediler.

Böylesine güzel bir günde bile düşmanlık etmekten utanmadılar.

Buradan o efendilere sesleniyorum;

Türk tarihi bir bütündür.

Türk kahramanları, aynı emanetin savunucuları, aynı bayrağın sancaktarı, aynı davanın mihmandarlarıdır.

Alpaslan da bizimdir.

Fatih de bizimdir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bizimdir.

Değerli milletvekilleri; Tarihte Atatürk’e düşman olup da, Türk’e dost olan çıkmamıştır.

Bunun tek bir istisnası bile yoktur.

Çünkü Atatürk; Asya’dan Akdeniz’e, bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketin, ve büyük Türk Milleti’nin, mavi gözlü bozkurtudur.

Ayasofya’da, makamının ve sıfatının gereğini yapıp, gönülleri kazanmak yerine, lanetlerden bahsedenlere sesleniyorum;

Hastanede koşa koşa ziyarete gittiğiniz, “keşke yunan kazansaydı” diyen Fesli’yi örnek alıp, Tarihi delik deşik edeceğinize; İşgal kuvvetlerini dize getirenlerle, Sevr’i yırtıp atan, ve Misak-ı Milliyi çizenlerle gurur duyun.

Kuvvayi Milliyecilerin katlinin vacip olduğuna fetva veren, Durrizade gibi alçaklardan feyz alıp, Kurtuluş Savaşı kahramanlarına lanet okuyacağınıza; oturduğunuz koltuğun ilk sahibi olan, İstanbul Hükümeti’nin idama mahkûm ettiği, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi Hocamızla gurur duyun.

Yunan’a ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’le, Çanakkale geçilmez diyen 57’nci Alayla, Söz verdiği saatte Çiğiltepe’yi alamadı diye canına kıyan Albay Reşat’la, Kara Fatma’yla, 200 kiloluk top mermisini namluya süren Seyit Onbaşıyla, gurur duyun gurur.

İstiklal Savaşı binlerce yıl öncesinden günümüze kalan, mitolojik bir masal değildir.

Her detayın arşivlendiği, fotoğraf ve görüntülerle belgelendiği bir mücadeledir.

Dönemin İngiliz basını İstiklal Harbini, “Türklerin kesin zaferi” olarak yazar.

Fransız basını, “Yunan hezimeti” olarak yazar.

Yunan basını, “küçük Asya Felaketi” olarak yazar.

Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda, İslam ülkelerinin bağımsızlığını kazanması için, bir psikolojik eşik olmuştur.

Türklerin emperyalist devletlere karşı bu zaferi, tüm İslam coğrafyasında yankılanır.

Müslümanlar, Mustafa Kemal’in büyük zaferinden ilham alırlar.

O yüzden, Cezayir’de, “Allah-u Ekber” diyerek şehit düşen askerin göğsünden, Mustafa Kemal’in fotoğrafı çıkar.

Kalın kafalara girememiş olsa da, Türk olmak bir şereftir.

Türk tarihine, hakkıyla sahip çıkmak bir şereftir.

İstiklal mücadelemizin önderi Gazi Mustafa Kemal’i anmak, bir şereftir.

Sizler bu şerefle yaşamamayı tercih edebilirsiniz.

Bu sizin sorununuz.

Rahmetli Elçibey’in dediği gibi; “Allah’ın bahşettiği şerefi istemeyene, biz zorla şeref verecek değiliz.”

Ama unutmayın ki; bağımsızlığı sağlamak için ödenmiş bedeller var.

O bedeli tereddütsüz göze alıp,toprağa düşenlere, saygı göstermek zorundasınız.

Bu bir lütuf değil, hem dinimizin, hem de töremizin gereğidir.

Allah-Muhammed aşkına, Muhammed-Ali aşkına; Atatürk’le alıp veremediğiniz nedir?

Vatanı işgale yeltenen Yunanlılar, Fransızlar, İngilizler, Mustafa Kemal’e düşman olsa anlarım.

Ama siz neden düşmansınız?

Buradan iktidardakilere sesleniyorum; Diyanet İşleri Başkanlığı bizim için kıymetli bir makamdır.

Ama şunu söylemeden de geçemem; Siz utanmadan Ayasofya’yı düşmandan kurtaran ecdada saygısızlık ederken, 16 Türk adasında Yunan bayrakları, dalgalanmaya devam ediyor.

Onlar şanlı bayrağımızı ateşe vererek milli onurumuza hakaret ediyor, ama siz hala Mustafa Kemal’le uğraşıyorsunuz.

Yazıklar olsun.

Dava arkadaşlarım; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları;

Öz yurdunda, minarelerin gölgesinde, İslam’ın son zafer sancağında, beş vakit ezan sesinin yankılandığı Türk vatanında, şanla, şerefle, nur içinde yatıyor.

“Önce vatan” diyenlerle, atasını bilmeyen vatansızlar arasındaki fark işte budur.

Nihal Atsız’ın dediği gibi; “Saygı olsun, bu çelik atlıların gök tuğuna,

Tuğu kaldırmış olan orduların, Başbuğuna.”

Göreve geldiği günden bu yana, İstiklal kahramanları için bir hayır duayı bile çok gören Ali Erbaş, bu sefer de utanmadan onlara lanet okumaya kalktı.

Varsın onlar günlerini aynı vefasızlıkla, aynı nankörlükle, aynı kadir kıymet bilmezlikle geçirmeye devam etsinler.

Bakın ne güzel söylemiş Abdurrahim Karakoç; “Rıza-yı Hak için çıkmışız yola,

Kulların engeli, yıldırmaz bizi.

Onulmaz, dostların açtığı yara, Düşmanın kurşunu, öldürmez bizi.

Çile, bela yağıyorken etrafa, Hak, adalet dedik, çıktık ön safa,

‘Kötü’ tanıtsa da üç-beş et kafa, Tarih, kötü diye bildirmez bizi…”

Şimdi bu salonda sizlerden, ve ekranları başında bizi izleyen milletimizden rica ediyorum; Bundan bir asır önce, İstanbul’u ve Ayasofya’yı yeniden özgürleştiren, İktidarın ve saray bürokratlarının lanet okuduğu o aziz kahramanlarımızın ruhlarına hediye edelim: El Fatiha…

Değerli milletvekilleri; Şu ruhsuz dünyanın, şu zul çağında,

maalesef milletimiz kan ağlamaya devam ediyor.

Ama iktidar, Türkiye’nin gerçek meseleleri konuşulmasın istiyor.

Zorluklar içindeki milletimize, sürekli “Cambaza bak” deniyor.

Memleketin dört bir yanında geçim derdi var.

Memleketin dört bir yanında işsizlik var.

Memleketin her köşesinde, kadınlarımız ağlıyor.

İktidar, işte bu sesler duyulmasın diye, en güzel günlere bile nefret ekiyor.

Nifak tohumlarıyla, gerçek gündemi perdelemek istiyor.

Ama olmuyor.

Olmayacak.

İzin vermeyeceğiz.

Hiçbir suni gündem, Bir türlü net bir plan, program ortaya koyamayıp,

yılan hikayesine çevirdiğiniz eğitim takvimi yüzünden, çocuklarının geleceklerinden endişe duyan, ailelerin gerçeğini örtemeyecek.

Hiçbir suni gündem, ülkemizin, 34 OECD ülkesi arasında, kadına yönelik şiddet olaylarında birinci sırada olduğu gerçeğini örtemeyecek.

Sadece bu yılın Ocak ayında 27, Şubat ayında 22, Haziran ayında 27 kadınımız öldürüldü.

Son olarak, ömrünün baharında, 27 yaşındaki bir evladımız, Pınar Gültekin katledildi.

Kadınlarımız korku içinde, Kadınlarımız, kendini güvende hissetmiyor,

Kadınlarımız, evlatlarımız tedirgin.

Türkiye, bu utançtan kurtulmak zorunda.

Türkiye, Son 10 yılda 3 bin, geçen yıl 474 kadınımızın öldürüldüğü bir ülke olma utancından arınmak zorunda.

Geçtiğimiz günlerdeki bir gösteride açılan pankart yüreğimi yaktı.

Bir kadın, diğer kadınlara sesleniyor ve diyordu ki; “Kız kardeşlerim, bir gün öldürülürsem, davam size emanet.”

Bu sözler, Türk kadınının durumunu özetleyen sözlerdir.

Ve aslında bu sözler, ülkeyi yönetenlerin yüzüne atılan bir tokattır.

Ey Türk erkekleri; bu sözlere kulak verin.

Bu sözlere anneniz, kızınız, eşiniz, sevdikleriniz için kulak verin.

Kadınların, erkeklere güvenemediği bir dünya, kıyamet alametidir.

Kadınının yanında duracak mertliği göstermemek Türk töresine yakışmaz.

Buradan tüm kadınlarımıza ve onlara şiddeti reva gören vicdansızlara sesleniyorum;

İyi ve cesur insanların iktidarında, çıkıp diyeceğiz ki;

“Kadınlarımızı özgür ve güven içinde yaşatamayan bir düzen, düzen değildir.”

Çıkıp diyeceğiz ki; “Tek bir kadın gözyaşı döküyorsa, o düzeni yıkar, yenisini kurarız.”

Bunu sağlamak için çok fazla şeye ihtiyaç yok.

Yasaları hakkıyla uygulamak, önlemleri hakkıyla almak, yeter.

Bu bir zihniyet meselesidir.

Nefreti, düşmanlığı bırakıp, kadınıyla erkeğiyle milletimizin her bir ferdini sevmek yeter.

Bu sebeple Sayın Erdoğan’ı bir kez daha, yaptığı ender iyi işlerden biri olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek yerine, sözleşmenin maddelerini hakkıyla uygulamaya çağırıyorum.

Bir avuç ahlaksızın hayallerini gerçekleştirmek uğruna, kadınlarımızı mağdur etmenize izin vermeyeceğiz.

Bir avuç özgüvensizin egolarını eylemek uğruna, İstanbul Sözleşmesi’ni feda etmenize izin vermeyeceğiz.

Çünkü, İstanbul Sözleşmesi yaşatır!

Aziz milletim, değerli milletvekilleri; Kayınpeder ve damadın, elde avuçta ne varsa tüketen yanlış politikaları sonucu, ülkemizin yaşadığı sıkıntılar ortada…

Beceriksiz iktidarın, beceriksiz ekonomi politikalarının üzerine, bir de ağır pandemi koşulları binince,

Türkiye’nin can damarları ağır hasar aldı.

Bunlardan biri de, en önemli döviz kaynağımız olan Turizm.

Yazın sonuna yaklaşıyoruz ve maalesef turizm sektöründe yaprak kıpırdamıyor.

Turizm yalnız döviz geliri açısından değil, istihdam açısından da çok önemli bir sektör.

Sürekli ve geçici personeliyle, milyonlarca vatandaşımız için, esnafımız için ekmek kapısı.

Turizmi kurtarmak için bula bula, bankalara tatil kredisi vermeyi bulan iktidar;

beş müteahhidine tanıdığı şansı, bacasız endüstrimize tanımadı.

Turizmi kurtarmak için bula bula, YKS’ye girecek öğrencileri ve ailelerini mağdur etmeyi bulan iktidar; Sektör şirketlerini vatandaş karşısında zor duruma düşürmekten çekinmedi.

Turizmi kurtarmak için, bula bula, Ay sonunu getirmekte zorlanan borçlu milletimizi,

daha fazla borçlandırmayı bulan iktidar; işletmeler kan ağlarken, işlerin yolunda olduğuna inanmaya başladı.

Bir muhalefet partisi olduğumuz için, bizim abarttığımızı düşünenler olabilir.

O nedenle, bu noktada sözü turizm sektörüne bırakalım.

Milletin Kürsüsü bu hafta, milyonlarca vatandaşımızın ekmek kapısı olan turizm sektörünün olacak.

Ülkemizin Cennet köşelerinden biri olan Fethiye’den, Çalış Turizm ve Tanıtım Derneği Başkanı Mete Ay aramızda.

Buyurun Başkanım, kürsü sizindir.

Teşekkür ediyorum Mete Başkanım.

Evet, turizm, Türk Ekonomisi’nin göz bebeği.

Bu Cennet vatan, Allah’ın bize bir lütfu.

Ve bu güzellikler, Türk Ekonomisi için stratejik öneme sahip.

Ekonomideki dış ticaret açığının neredeyse yarısı, cari açığınsa yüzde 80’i turizm gelirleriyle finanse ediliyor.

Son 10 yılda, 370 milyar dolar cari açık verdik.

Bu açığın 290 milyar doları, turizm gelirleriyle finanse edildi.

Tek başına turizm; ihracatımızın 5’te 1’i kadar döviz kazandırıyor.

Dahası, kazandırdığı dövizin yüzde 90’ı da, yurtiçinde kalıyor.

Bu anlamda turizm, yalnızca stratejik değil, Kullandığı kaynak ve ürettiği değer bakımından,

Aynı zamanda yerli ve milli bir sektördür.

Dış kaynak olmadan büyüyemeyen Türk Ekonomisi’nin sigortasıdır.

Değerli Milletvekilleri; Turizmde, 80’li yıllarda Rahmetli Özal ile başlayan yükselişimizin,

40 yıldır özveriyle yaptığımız yatırımların, Türkiye’nin bu alanda birikmiş sermayesinin heba edilmemesi adına, hükümete çağrılar yaptık.

“Tedbir olarak açıklanan kısa vadeli kredi ertelemeleri sorun çözmez, Yeni sorunlar yaratır.” dedik.

“Zaten turizmcinin 100 milyar liraya ulaşan kredi borcu var.

Turizm, geçtiğimiz 10 yılda borcu en fazla artan sektör.” dedik.

Dinlemediler.

Bakın; Fransa’da, salgının en az hasarla atlatılabilmesi için, turizme ayrılan kaynak 18 milyar Euro. Aynı şekilde, İspanya ve İtalya’daki destekler de benzer boyutlarda.

Akdeniz Çengeli olarak anılan bölgedeki tüm rakiplerimiz, turizme yönelik kapsamlı finansman paketleri açıkladılar.

Bizde ise, “Türk Ekonomisi’nin sigortası”, “gözbebeğimiz” dediğimiz turizm, Salgın sürecinde müteahhitlerin gördüğü kadar bile destek göremedi.

Turizm sektörünün acilen nefes alması gerekiyor.

Sektörde 4 bin işletme, 1 milyon yatak kapasitesi var.

İhtiyaç duyan turizmciye, yatak başına 5 bin lira, bir yılı faizsiz olmak üzere, 3 yıllık işletme kredisi sağlayın.

Kamu ve turizm sektörünün yükü ortaklaşa paylaşacağı bir kampanya başlatın.

Salgın süresince büyük özveriyle çalışan, başta sağlık, güvenlik ve eğitim personelinin,

turizm tesislerinden haftalık 250 liradan yararlanmasını sağlayın.

Hem kamu çalışanlarının özverilerini ödüllendirmiş olursunuz, hem de yabancı ziyaretçinin olmadığı bu dönemde turizmci için bir gelir yaratırsınız.

Dünya Turizm Örgütü’ne göre, 2030 yılında 1,6 milyar turist dünyayı gezecek.

Sektörden elde edilen gelir, 2 trilyon doları aşacak.

Günden güne büyüyen bu pastadan payımızı alabilmek için, değişen koşullara uygun şekilde bir sektörel dönüşüm gerçekleştirmek zorundayız.

Türk turizminin aşması gereken yeni eşik budur.

Ya eski alışkanlıklarımızla yürüyüp, her geçen gün rekabette geri düşeceğiz; ya da, Türkiye’yi turizmde hak ettiği konuma getireceğiz.

Bütün mesele işte budur.

Değerli milletvekilleri; İYİ Parti siyasette, çözüm önerileriyle birlikte yürür.

Milletin emanetini devraldığımızda; “Türkiye’nin 2030 Turizm Projeksiyonu’nu” hayata geçireceğiz.

Türk turizmi, sahip olduğu potansiyeli kullanamıyor.

48 yıl önce kurulmuş Bangkok’un 23 milyon, Paris’in, Londra’nın yaklaşık 20 milyon turist çektiği bu alanda,

İstanbul’umuzu ancak 13 milyon kişinin ziyaret ediyor olmasını kabul edemeyiz.

İstanbul’un, Paris’ten, Londra’dan, Bangkok’tan bir eksiği mi var?

Hayır.

Mesele dönüp dolaşıp güvene dayanıyor.

Ekonominin her alanında olduğu gibi turizmde de, eğer güven yoksa çarklar dönmez, gelir yaratamazsınız.

Özellikle 2014 sonrası seyir bunu kanıtlıyor. 2019 yılında turizmden elde ettiğimiz gelir,

2014’te elde ettiğimiz gelir ile aynı: 34 milyar dolar.

Türkiye 5 yıldır aynı noktada.

Her türlü turizme elverişli, baştan aşağı farklı güzelliklerle dolu Anadolu’da, iki şehre, Antalya ve İstanbul’a sıkışmış bir yapıyla karşı karşıyayız.

Artvin’in, Trabzon’un, Samsun’un doğal güzellikleri, Gaziantep’in, Mardin’in, Van’ın sahip olduğu kültürel ve tarihi hazinesi, turizm vitrinine çıkarılamadı.

Van gölünün kıyısına, güzel tesisler yapmayı akıl edemeyen iktidar, ancak saray yapmayı akıl ediyor.

Biz, turizmde yerinden yönetime inanıyoruz.

Görevi devraldığımızda, “Alan Yönetimlerini” kuracağız.

Özellikle turizme elverişli bölgelerde atıl vaziyette duran yapıları, Yıl boyunca hizmet verebilen tesislere dönüştüreceğiz.

Turizmi geliştirmekten ziyade, hükümetin bütçe açığının finansmanı için kullanılan Konaklama Vergisi’ni, “Şehir Vergisine” dönüştüreceğiz.

Bu verginin gelirleri, Merkezi Yönetim Bütçesine değil, verginin tahsil edildiği bölgedeki yerel yönetimler ile kurulacak, “Alan Yönetimlerine” aktaracağız.

Böylece turizmci, bulunduğu bölgedeki turizmin planlanmasında, uygulanmasında doğrudan söz sahibi olacak.

Böylece turizmin ürettiği değer, o bölgedeki turizmin geliştirilmesi için harcanacak.

Aziz milletim;Yaşadığımız sorunların kaynağı, 2 yıldır Türkiye’nin başına bela olan bu ucube sistemdir.

Yatırım da, turist de, sermaye de güvenli liman arar.

Kendini güvende hissetmediği bir yere gitmez.

O yüzden ısrarla, “Bu düzen değişmeli” diyoruz.

“Bu düzen değişirse Türkiye büyür, kalkınır, para da gelir, yatırım da gelir.” diyoruz.

“Bir ülke, demokrasisiyle, hukukuyla güven veriyorsa, her alanda yolu açıktır.” diyoruz.

Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin ikinci yılını değerlendirdiği konuşmasında gördük ki;

Sayın Erdoğan da artık bu sistemin yürümediğinin farkında…

Bakın, son dönemde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’nin büyük bölümü ne için çıkarılmış biliyor musunuz?

Daha önce çıkarılan kararnamelerde değişiklik yapmak için.

Yani yanlış kararları düzeltmek için…

İşte size ülkemizi çağ atlatacak diye pazarlanan bu ucube sistemin geldiği durum.

Böyle bir sistem hizmet üretebilir mi?

Böyle bir sistem milletin sesini duyabilir mi?

Böyle bir sistem vatandaşın derdini çözebilir mi?

Devlet deneme-yanılmayla yönetilmez.

Yönetmeye kalkarsanız, bugün olduğu gibi, her alanda tökezlersiniz.

Türkiye’yi uçurmaz, uçurumun kıyısına sürüklersiniz.

Her ne kadar ballandıra ballandıra anlatsa da, Sayın Erdoğan’ın sistemi “Değişmez” görmediğini söylemesi, olumlu bir adımdır.

İşlerin yürümediğinin farkında olmak, gelecek için olumlu bir işarettir.

Bu vesileyle Sayın Erdoğan’a bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Sorunun farkına varmak çözmenin yarısıdır.

Türkiye’nin bu sarmaldan çıkışı, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’dir.

İtiraf edemesen de bunu sen de biliyorsun.

Gel, muhalefetle el ele ver, ülkemizi içine soktuğunuz bu sistem krizinden birlikte çıkaralım.

Milletimizi içine soktuğunuz bu zor durumdan kurtaralım.

Memleketin iyi ve cesur evlatları;

Hani diyor ya Namık Kemal;

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini.”

Ve Gazi Paşa da cevaplıyor ya;

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”

İşte siz, iyi ve cesur insanlar, bahtı kara maderi kurtaracak olanlarsınız.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın; sorunları biliyoruz, çözümlerimiz hazır.

Bayrağı devraldığımızda, ülkemizi içinde bulunduğu bu sarmaldan kurtaracağız.

Milletimizi yeniden hak ettiği refaha kavuşturacağız.

Biz geldiğimizde, gençler umutlu, kadınlarımız mutlu olacak.

Biz geldiğimizde, Türkiye yeniden zengin ve güçlü bir ülke olacak.

Biz geleceğiz ve Türkiye İYİ olacak!

Bu kutlu yolda ayağınız taşa değmesin.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.”

İYİ PARTİ GENEL BAŞKANI MERAL AKŞENER

Meral Akşener @meral_aksener

@iyiparti Genel Başkanı

MeralAksener.com.tr

3,9 Mn Takipçi


Haberi Paylaş: https://www.ktrhaber.com/?p=787

Foto Galeri, Genel, Gündem, Siyaset, Türkiye